Dünyayı En Fazla Kirleten Ülkeler Sorumluluktan Kaçıyor Tarih: 24 November 2016

0 Paylaşımlar

Güney Afrika’nın Durban şehrinde gerçekleştirilen İklim Zirvesi’nde, Hükümetlerce, 2020 yılında yürürlüğe girecek bir anlaşmaya yönelik görüşmelerin 2012 yılından itibaren başlatılması konusunda mutabakat sağlanmıştır. Ancak, bu anlaşma belgesinde büyük kirleticilerden; Rusya, Kanada ve Japonya ile birlikte, ilk dönemde de yer almayan ABD, Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminde yer almayacağını belirtmiştir. Avrupa Birliği ve Norveç’in katıldığı ikinci yükümlülük döneminin, küresel salımların yaklaşık %20’sini kontrol eden bir Protokol mahiyetinde olacağı hususu dikkate alındığında, sorunun çözümüne katkısının oldukça sınırlı seviyede kalacağı sonucuna ulaşılmaktadır. Ülkemiz de, Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminde yer almamakla birlikte, AB adayı bir ülke olarak, AB mevzuatında yer alan Emisyon Ticaret Sisteminin kurulmasına yönelik olarak hazırlık çalışmalarını başlatmış bulunmaktadır.   

Enerjiyi  yoğun olarak kullanan demir çelik sektörümüzde, 2000-2010 yılları arasında gerçekleştirilen yoğun enerji tasarrufu çalışmaları neticesinde, ton ham çelik başına enerji tüketiminde, yaklaşık % 20 oranında bir düşüş sağlanmıştır. 

Elektrik ark ocaklı işletmelerde en önemli emisyon kaynağı, çelikhane hurda şarjı, ergitme ve döküm alma sırasında çıkan toz emisyonu ve yakıttan kaynaklanmaktadır. Çıkan tozlar, kurulan torbalı toz tutma sistemleri ile tutulmaktadır. Üye kuruluşlarımızın tamamında değişik kapasitelerde kurulu bulunan toz tutma sistemleri, zamanla değişen kapasite ihtiyacını karşılamak üzere büyütülmekte veya yenisi ile değiştirilmektedir. Bacalarda tutulan tozlar ise, peletlenerek veya toz halinde, lisanslı geri kazanım firmalarına içinde bulunan çinkoyu geri kazanmak üzere verilmektedir.
Diğer taraftan çelikhane ark ocağı, pota ısıtma, tandiş ısıtma ve haddehane tav fırınlarında yakıt olarak doğal gazın kullanımıyla, fuel oil ve motorin kullanımından kaynaklanan çevresel etkiler giderilmiştir. Ayrıca baca gazı ısısından faydalanarak işletmenin ısıtma ve sıcak su ihtiyacı karşılanmaktadır. Böylece yakıttan tasarruf sağlanmaktadır.

Bu arada, fabrika içi yolların asfaltlanarak betonla kaplanması çalışmaları da, hemen hemen bütün tesislerde yerine getirilmiştir. Böylece yollardan ve açık sahalardan yayılan tozların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Hurda sahalarının, üstü kapatılarak, tozla büyük bir mücadele verilmektedir. Fabrika çevresinde yapılan ağaçlandırma çalışmaları da, çıkan tozların çevreye yayılmasını önlemeye katkı sağlamaktadır.

Entegre tesislerde baca gazı emisyonlarının çevreye yayılmasını önlemek amacıyla, birçok ıslak ve kuru tip toz tutma sistemleri kurulmuştur. Kok fabrikası, yüksek fırın, sinter fabrikası, kireç fabrikası ve çelikhanede baca gazı temizlenirken, gaz içinde bulunan empüriteler yan ürün olarak kullanılmak üzere geri kazanılmaktadır.

Bu tesislerde tutulan baca tozlarının bir kısmı, sinter prosesinde tekrar hammadde olarak kullanılmaktadır. Diğer yan ürünler, örneğin kok fabrikasından çıkan katran, toluol, ksilol vs ürünler hammadde olarak satılmaktadır. Yine proses sonucu çıkan curuflar, klinker hammaddesi olarak çimento fabrikalarına satılmaktadır. Yıkama suları ise arıtımdan geçirildikten sonra, prosese geri döndürülmektedir. Bazı tesislerde kullanılan proses suyunun yaklaşık % 90’ı proseste tekrar kullanılmaktadır. Ayrıca, bazı tesislerde arıtım tesisleri modernize edilerek, kapasiteleri arttırılmakta veya yeni tesis kurulmaktadır

Entegre tesislerde yakıt olarak büyük oranda doğal gaza geçiş yapılmıştır. Ayrıca kok gazı, yüksek fırın ve çelikhane gazı gibi yan ürün gazlarının da kullanımıyla, hem enerji tasarrufu yapılmakta, hem de bu gazların yaratacağı çevre kirliliği önlenmiş olmaktadır.

Bacalardaki toz ve gaz emisyonlarının sürekli olarak izlenmesi için bacalara sürekli toz ve gaz ölçüm cihazları taktırılmış veya taktırılmaya devam edilmektedir. Ayrıca tesis çevresindeki hava kirliliğinin sürekli ölçümü için, hava kalitesi ölçüm cihazları satın alınarak hava kirliliği seviyeleri izlenmektedir.

Diğer taraftan, dünya genelinde 1 ton ham çelik için, ortalama karbondioksit emisyonu 1.7 ton seviyesinde bulunmaktadır. Ülkemizde ise, 1 ton ham çelik üretimi için, CO2 emisyonu, BOF teknolojisi ile üretim yapan tesislerde 2.000 ton, elektrik ark ocaklı tesislerde ise, sadece 150 kg seviyesindedir. Üretiminin % 75’ini elektrik ark ocaklı tesislerde gerçekleştiren Türkiye’de, 1 ton çelik üretimi için, 0.62 kg CO2 emisyonu gerçekleşmektedir. Üretiminin % 93 civarındaki kısmını BOF teknolojisi ile gerçekleştiren dünyanın en büyük çelik üreticisi konumunda bulunan Çin’de ise, 1 ton çelik üretimi için, 1870 kg CO2 emisyonu açığa çıkmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin Çin’e kıyasla, 1 ton ham çelik üretimi için, 1/3 oranında daha az  CO2 emisyonu açığa çıkardığını, Çin Halk Cumhuriyeti’nin demir çelik üretiminden kaynaklanan CO2 emisyonu 1.27 milyar ton seviyesinde iken, Türkiye’de bu miktarın, Çin’in yalnızca % 1.7’sine karşılık gelen 21 milyon ton seviyesinde olduğunu göstermektedir.

Özetle ifade etmek gerekirse, Türk çelik sektörü, çevrenin korunması, enerji verimliliğinin arttırılması ve emiyonların azaltılmasına yönelik projeler için, son 5 yıl içerisinde toplam 1.5 milyar dolar civarında yatırım yapmıştır. Elde edilen sonuçlar, sektörün bu alanlarda yapmış olduğu yatırımların başarıya ulaştığını ortaya koymaktadır. Çelik sektörümüz bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da çevreye hassasiyet konusunda azami özeni göstermeye devam edecektir. Buna rağmen, küresel karbondioksit emisyonlarının en büyük sorumlusu olan Japonya ve Rusya gibi ülkelerin Kyoto’nun ikinci taahhüt döneminde yer almadıkları, ABD’nin başından beri bu protokol içerisinde yer almayı reddettiği, Kanada’nın ikinci dönem için taahhüt altına girme kararından vazgeçtiği, Türk çelik sektörünün 20 katı çelik üreten ve yaklaşık 60 katı CO2  salımı yapan Çin’in ise, bağlayıcı bir anlaşmaya taraf olabilmek için,
• Hakkaniyet prensibinin desteklenmesi,
• Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar’ prensibine uyulması,
• Her ülkenin kapasitesinin göz önüne alınması,
• Kyoto Protokolü’nün gelişmiş ülkelerce yeniden imzalanması ve
• Gelişmekte olan ülkelere kısa ve uzun vadeli finansman sağlanması
gibi koşullar öne sürdüğü bir ortamda, Türkiye’nin gerçekleştirebileceğinin üzerinde sorumluluklar yüklenmesinin, Türkiye sanayiinin ve ekonomisinin gelişmesini yavaşlatabileceği ve sanayimizin rekabet gücünü Koyotoya taraf olmayan ülkelerin sanayileri karşısında zayıflatabileceği değerlendirilmektedir. Çevre konusunda tüm ülkelerin katılımı ile, tüm sanayiler için kişi başına CO2  salımı konusunda eşit şartların geçerli olduğu bir ortamın oluşturulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Twitter
LinkedIn