AB ile Gümrük Birliği Görüşmelerinde Çelik Sektörü de Gündemde Olmalı Tarih: 07 April 2017

0 Paylaşımlar

Türkiye, Gümrük Birliği’ni politik gerekçelerle, birkaç yıl içerisinde AB’ye üye olacağı beklentisi ile 1995 yılında imzaladı ve 1996 yılından itibaren uygulamaya başladı. Bu Anlaşma Türkiye açısından önemli bir taviz niteliği taşıyordu. Buna rağmen Gümrük Birliği Anlaşması, Türkiye kamuoyuna büyük bir başarı hikâyesi olarak anlatıldı. Başlangıçta ülkemiz sanayi Gümrük Birliği sayesinde belirli bir ivmelenme kazanmış olsa da, sonraki yıllarda AB ile arasında büyüyen açığın kapatılmasının önündeki en büyük etken olarak ortaya çıktı.

Son dönemde Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkinin farklı bir döneme girdiği gözleniyor.  Büyük ümitlerle başlayan ve kısa süre içerisinde sonuçlanması beklenen AB’ye üyeliğimize ilişkin müzakere sürecinin, aradan geçen süre içerisinde ciddi bir ivme kazanamamış olmasının, bugün yaşanan anlaşmazlıkların temelinde yatan en önemli sorunlar arasında yer aldığı değerlendiriliyor. Türkiye’nin, olası AB aday ülke statüsünden çıkış ve müzakerelerin dondurulması senaryolarının neden olacağı maliyeti şimdiden çalışmaya başladığı biliniyor.

AB ülkelerinden ithalatımızın, ihracatımızdan % 30-40 civarında daha yüksek olduğu ve bu çerçevede, AB ile Türkiye arasındaki dış ticaret dengesinin, tamamen Türkiye’nin aleyhine seyrettiği gözleniyor. Bir dönem yıllık 30 milyar dolara kadar çıkan ve 2015 yılında 15 milyar dolara gerileyen AB ile aramızdaki dış ticaret açığı, 2016 yılında 10 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiş bulunuyor. Son 10 yıllık dönemde ise, AB ile aramızdaki dış ticarette, AB lehine toplam 200 milyar dolar tutarında açık verilmiş olması, Türkiye ile mevcut ekonomik ilişkilerin sürdürülmesinin AB açısından önemini net bir şekilde ortaya koyuyor.

Sözkonusu dengesizliğe rağmen, Türkiye’nin AB ile genel dış ticareti, çelik ürünleri dış ticaretine göre daha dengeli bir yapı sergiliyor. Özellikle 2007 yılından sonra AB’ye yönelik çelik ürünleri ihracatının azalması ve AB’den çelik ürünleri ithalatının artış eğilimi göstermesi neticesinde, 2012-2015 döneminde, Avrupa Birliği’nden gerçekleştirdiğimiz çelik ürünleri ithalatı, ihracatımızdan yıllık ortalama 4 milyon tona yakın daha yüksek seviyelerde gerçekleşmiş bulunuyor. 2016 yılında Türkiye’nin, yarı, yassı ve uzun ürünlerden oluşan demir çelik ürünleri ithalatının miktar açısından % 29’unu, değer açısından % 39’unu AB bölgesinden yaptığı gözleniyor. AB’nin demir çelik ürünleri ihracatımızdaki payı ise, miktar ve değer açısından % 18-20 aralığında seyrediyor.

Gümrük Birliği ve AB ile büyüyen ekonomik ilişkiler, başlangıçta Türkiye’de sanayinin Avrupa standartları seviyesine yükseltilmesi açısından yararlı olsa da, mevcut durum itibariyle, AB’ye üyelik perspektifi ortadan kalkmış bulunuyor. Esasen, her ne kadar böyle bir perspektifin geçerliliğini koruyup korumadığı konusunda kamuoyunda soru işaretleri olsa da, bu perspektifin kaybolduğu ilk kez politikacılar tarafından net  bir şekilde dillendirilir hale gelmiş bulunuyor.  Bu durumda, Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı almış olan ve bu açıdan bizim statümüze yaklaşan İngiltere, AB ile işbirliğini yapılacak bir Serbest Ticaret Anlaşması kapsamında sürdürme üzerinde çalışıyor. Ancak Gümrük Birliği’nin bir tarafı olmanın, üçüncü ülkeler ile yapılan Serbest Ticaret Anlaşmaları’nda ilave yükümlülükler getirdiği ve ortak bir gümrük tarifesi uygulamasının da ekonominin içini boşalttığı ifade edilerek, Gümrük Birliği’nin yerine Serbest Ticaret Anlaşması’nı tercih edeceğini açıklıyor. Hal böyle iken, Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin tarım ve hizmetleri de kapsayacak şekilde genişletilmesinin planlaması ve bundan da başarı olarak ifade edilmesi anlaşılamıyor.

Anlaşma da Türkiye’nin aleyhine işlemeye devam ediyor. Örnek vermek gerekirse, Türkiye ile AB arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması gümrük vergilerinin sıfırlanmasını gerektiriyor. Ancak sıfır gümrükle AB piyasasına erişim imkânı sağlayan benzeri Serbest Ticaret Anlaşmaları AB ile diğer ülkeler arasında da imzalandığından, AB piyasası Türkiye için avantajlı konumunu kaybetmiş bulunuyor. Buna karşılık Türkiye, AB dışındaki ülkelere gümrük vergisi uyguladığından, bu durum vergisiz olarak Türkiye’ye ihracat yapabilen AB’de yerleşik üreticiler için, Türkiye piyasasında özel bir alan oluşmasına yol açmış ve Türkiye piyasası AB’li üreticilerin tabii gelişme alanı haline dönüşmüş bulunuyor.

Çelik sektörü açısından bakıldığında ise, diğer ülkelerden farklı olarak, Türkiye’ye çelik sektörüne hiçbir koşulda ve şekilde devlet yardımı yapmama yükümlülüğünü getiren  Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ile imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması’nın, bu şekilde sürdürülmesinin bir anlamı kalmamış bulunuyor. 1996 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) ile Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanmasından bu yana AB lehine seyreden çelik ürünleri dış ticaret dengesinin, 2012 yılında 3.4 milyar dolar açık ile en yüksek seviyesine ulaştığı gözleniyor. Değer açısından AB ile çelik ürünleri dış ticaretinde verdiğimiz açık, çelik fiyatlarının seyrine göre değişiklik gösterebiliyor. 2012 yılından sonra AB’den yapılan miktar yönünden ithalatta ciddi bir azalma gözlenmemiş olmasına ve ithalat yıllık 5.5 milyon ton civarında seyretmesine rağmen, global piyasalarda Çin faktöründen kaynaklı çelik fiyatlarındaki düşüşler nedeniyle, ithalat değerinin 4.5 milyar dolar seviyesinden, 2015 yılında 3.5 milyar dolar, 2016 yılında ise, 3 milyar dolar düzeyine gerilediği gözleniyor. Ticaret hacmindeki değişimler yanında, fiyat seviyelerindeki gerileme nedeniyle, 2012 yılında 3.4 milyar dolar seviyelerinde bulunan AB’den yaptığımız net çelik ürünleri ithalatının, 2016 yılında 1.6 milyar dolar düzeyinde gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Son 10 yıllık dönemde, Türkiye’nin AB’den yaptığı toplam net çelik ürünleri ithalatı, 28 milyar dolara ulaşmış bulunuyor.

Gümrük Birliği, Türkiye’nin öngörülebilir bir süre içerisinde AB’ye üyelik beklentisi ile imzalanmış bir anlaşma niteliği taşıyor. Mevcut durum itibariyle Türkiye’nin AB’ye üyeliği gündemden çıkmış görünüyor. Üyelik perspektifinin olmadığı bir durumda, Gümrük Birliği’nin daha da genişletilmeye çalışılması, yakın zamana kadar keskin bir şekilde karşı çıkılan imtiyazlı ortaklığın daha da derinleştirilmesi anlamı taşıyor. Ülkemizin, üyesi olmayacağı bir yapıya pazarını üye ülkeler gibi açma garantisi vermesi, buna karşılık üye ülkelerin AB piyasasında sahip olduğu haklardan tümüyle yararlanamaması, olumsuzluklara yol açıyor. Bu durum, Gümrük Birliği kapsamındaki çelik ürünleri açısından da dezavantajlar yaratıyor. Anlaşma’nın, Türkiye’nin Gümrük Birliği kapsamındaki ürünlerde üçüncü ülkelere ilişkin düzenleme yapmasına imkan vermemesi, ciddi olumsuzluklara neden oluyor.

AB ile yaşanmakta olan mevcut siyasi ve ticari anlaşmazlıklar dikkate alındığında, ekonomik ilişkilerin karşılıklı çıkarları dengeleyecek bir zemine oturtulması ihtiyacı, diğer sektörlere nazaran çelik sektöründe daha büyük bir aciliyet taşıyor. Mevcut durum itibariyle, AB’nin yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmaları ile diğer ülkelere getirmemiş olduğu devlet yardımlarını sınırlandırma yükümlülüğünü, Türkiye ile yapılan Serbest Ticaret Anlaşması’na koymuş olması, bu aciliyeti daha da arttırıyor. Türk çelik sektörü, yeni kapasiteler için devlet desteği istemiyor. Ancak, yüksek katma değerli ve stratejik ürün üretimine yönelik yatırımlarına hiçbir destek alamaması, çelik sektörümüzün gelişmesini sınırlandırıcı bir fonksiyon icra ediyor.

Bu yönü ile, yeni gelişen şartlar muvacehesinde, üyelik perspektifi ile ekonomik alanda AB’ye verilmiş bulunan tavizlerin, karşılıklı çıkarları dengeleyecek şekilde yeniden düzenlenmesi yanında, çelik sektörünün beklenti ve ihtiyaçları ile AKÇT Serbest Ticaret Anlaşması’nın da özellikle masaya yatırılmasına, katma değeri yüksek ürünlerin üretimine ve teknolojik dönüşüme imkân sağlayacak yatırımlara devlet desteği verilebilmesinin önünün açılmasına ihtiyaç duyuluyor.

Twitter
LinkedIn