ABD ve AB Çelik Sektörünü Korumaya Yönelik Şartları Sıkılaştırıyor
ABD’nin yüzde 25 olarak, tüm ülkeleri kapsayacak şekilde çelik sektörü için uygulamaya başladığı koruma tedbirini, bilahare yüzde 50’ye çıkarması ve bunun istisnai haller dışında indirilemeyeceğini belirtmesi, ABD çelik sektöründe ciddi bir rahatlamaya imkân sağlarken, bu uygulamayı gerekçe gösteren Avrupa Birliği’nin attığı adımlar da, dünyada korumacı yaklaşımların etkisini artıran sonuçlar doğurmuş bulunuyor.
AB ile ABD arasında sağlanan son mutabakatlar, tarafların karşılıklı olarak vergi oranlarını yüzde 15 seviyesine indirip, ortak koruma politikası izleyeceklerine dair işaretler içeriyor.
Kanada’nın, diğer ülkelerin Kanada üzerinden ABD’ye çelik ihracat ettiğinden şüphelenip hedeflemek ve çelik ürünlerinin Kanada’da üretildiğini ispat etmek için, Kanada’ya ihraç edilen yeni farklı çelik ürününe koruma tedbiri uygulayacağını açıklamış olması, söz konusu eğilimin yaygınlaşmasına örnek teşkil ediyor.
Alınan koruma tedbirleri, başta Rusya ve Çin olmak üzere, Uzak Doğu ülkelerindeki, çelik sektörlerinin alıcı ülkelerdeki sınırlamalar sebebiyle, henüz etkili koruma tedbirleri almamış durumdaki Türkiye gibi ülkelere daha fazla yoğunlaşmalarına yol açıyor. Özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin genel olarak ihracatı “gittiği yere kadar” sürdürme eğiliminde olduğu anlaşılıyor. Benzer şekilde Rusya’dan Türkiye’ye gerçekleştirilen Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kapsamındaki ihracatın, yılın ilk yarısında, toplam çelik ihracatının yüzde 96,7’si oranına kadar çıkmış olması da, benzer eğilimi ifade ediyor. Filmaşin ve yassı sıcak ürün ithalatı için alınmış olan koruma tedbiri ve damping vergisi kararlarının, DİR yoluyla delinebildiği görülüyor. Bu durum, Bakanlığın bir biriminin uygulamaya aktardığı tedbirlerin, diğer birimi tarafından delindiği izlenimiyle rahatsız edici bir görüntü ortaya koyuyor.
Hiçbir gerekçe, hiçbir argüman, Dahilde İşleme Rejiminin Türk ekonomisinin içini boşaltan bir yapıya dönüşmesini mantıklı kılamaz. Türkiye bugün geldiğimiz noktada, 60 milyon ton kapasitesi ve neredeyse tüm ürünleri uluslararası standartlarda üretme imkânlarıyla, çelik ithalatının asgari seviyelere indirilmesini mümkün kılacak bir altyapıya sahip bulunuyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde, bu imkânlara sahip olduğu halde, ithalatın yurt içi tüketimin yüzde 50’sine yaklaştığı örnek bulunmuyor. Çünkü çelik sektörü stratejik bir sektör olarak niteleniyor. Sanayinin ve inşaat sektörünün temeli olarak görülüyor. Çelik ürünlerinin, ithalat yoluyla karşılanmaya çalışılmasının, ülkelerin millî güvenliğine yönelik bir tehdit olarak kabul edilebileceği hususu, Amerika Birleşik Devletleri’nde mahkemeler tarafından da onanmış bulunuyor. Hâl böyle iken, Türkiye’de geçtiğimiz yıl, yassı, yarı ve uzun ürün toplamında 17,4 milyon ton, bu yıl sadece 6 ayda, son beş yılda gerçekleştirilen 10 milyon tonluk kapasite artışına ve koruma tedbirlerine rağmen, 9,3 milyon ton ithalat seviyesine ulaşılmış bulunulması, rahatsızlık yaratıyor.
Bu durum Türkiye’nin toplam dış ticaretine de yansıyan sonuçlar doğuruyor. Dış ticaretimizde, son aylarda gözlenen açık, ekonomik kırılganlıkla yönelik tedbirlerin başarısı üzerinde, olumsuz etkiler yaratma potansiyeli taşıyor. Türkiye’nin sahip olduğu yapı itibarıyle, net çelik ihracatçısı konumuna geçilebilmesi, Serbest Ticaret Anlaşmalarına, çelik ürünlerinin dahil edilmemesi konusunda, genel bir eğilim bulunmakla beraber, son dönemlerde artan “Korel Tarife” ya da çelik ürünlerini kapsayacak şekilde bir anlaşma imzalanması, Kıbrıs, Mısır gibi ülkelerle olan dış ticaretimizde artık net ihracatçı niteliğe ulaşılabilmesi için dikkate alınmadığı izlenimini uyandırıyor. Körfez ülkelerinin, çelik ürünlerine yönelik ithalat politikaları, ortak ekonomik stratejilerle, rekabet edebilirliğe dayalı şekilde şekillendirilirken, çelik sektörüne haksız rekabet –eşitsiz rekabet– uygulamalarına yol açılmasına olanak sunulmuyor.