Türk çelik sektörü, 2012-2015 yılları arasında, son yılların en kötü dönemini geçirdi. Türkiye’nin çelik üretimi % 12.2, çelik ihracatı % 17.5 oranında gerilerken, çelik ürünleri ithalatı % 61.8 gibi olağanüstü bir oranda yükseldi. 2016 yılından itibaren, yaşanan tüm sıkıntılara rağmen, sektörde toparlanma belirtileri görülmeye başlandı. Ancak bu tarihten sonra, uygulanan politikaların, adeta sektörde başlayan iyileşmeyi frenleyici bir yaklaşım içerdiği gözlendi. Tüm beklentilere rağmen, sektörde başlayan toparlanmayı destekleyecek olan 2017 yılında, bazı çelik ürünlerinin ithalatında uygulanacak gümrük vergilerinde hiçbir artışa gidilmedi. En büyük ithal kalemimiz olan yassı sıcak ürünlerde, damping müracaatlarımız sonuçlandırılmadı.
Son dönemde alınan kararların, Türkiye’nin üretebileceği ürünlerin ithalatını kolaylaştırıcı, üretemediği ürünlere yönelik yatırımları da zorlaştırıcı bir etki yarattığı gözlendi. Şubat ayında, yurtiçinde üretimi bulunan tellerin ithalatında 6.000 tonluk tarife kontenjanı açılarak, gümrük vergilerinden muaf ithalat imkânı sağlandı. Mayıs ayında, inşaat sektörü tarafından ortaya atılan birtakım asılsız iddialar neticesinde, inşaat demiri ithalatına uygulanmakta olan vergilerin % 30’dan % 10’a düşürüleceği, sözkonusu gümrük vergisi % 30’dan %10’da düşürüldüğünde, Türkiye piyasasında geçerli inşaat demiri fiyatlarının da benzer marjlarda gerileyeceği yönündeki açıklamalar, ciddi rahatsızlık yarattı.
Türkiye gibi tükettiğinin 2 katı inşaat demiri üretimi ve 3 katı üretim kapasitesi bulunan bir ülkede, vergilerin fiyatların suni bir şekilde yüksek kalmasına imkân sağladığı iddiaları, hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor. İddiaların ortaya atıldığı tarihlerde Türkiye piyasasındaki fiyatların, Çin de dahil olmak üzere, dünyanın en düşük seviyesinde bulunması, bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Esasen, 30 civarında ham çelikten üretim yapan kuruluşun, 50’den fazla haddecinin ve çok sayıda tüccarın faaliyet gösterdiği inşaat demiri piyasasında, fiyatların makûl seviyelerin üzerine çıkması mümkün bulunmuyor.
Hal böyle iken, gümrük vergilerinin indirilmesinin, bir yönüyle Türk çelik sektörünün sahipsiz olduğu, dolayısıyla Türkiye piyasasına kolaylıkla kalitesiz de olsa ürün satılabileceği yönünde kanaat oluşturduğu ve bu açıklamaların hemen arkasından, Haziran ayının ilk haftasında, Türkiye’nin değişik limanlarına Cezayir’in AFNOR standardına göre üretilmiş, her bir gemide 5.000 ton ile 20.000 ton arasında değişen, İtalya menşeli, TS 708 standardına uygun olmayan, sertifikasız, bir yıldan fazla bekletilmiş ve paslanmış inşaat demirinin indirildiği görülüyor. Yalnızca çelik sanayiini baltalamakla kalmayıp, aynı zamanda Dünyanın en büyük ikinci inşaat demiri ihracatçısı olan ve deprem bölgesinde bulunması nedeniyle, belirli standartlarda inşaat demiri kullanma yükümlülüğünün bulunduğu Ülkemizde, tüketicilerin güvenliğini de göz ardı eden bu ve benzeri durumların önlenmesi gerekiyor.
Her ne kadar bu konuda devletin ilgili birimleri aktif bir tavır sergilediler ise de, bazı bölgelerde sözkonusu ürünlerin piyasaya girdiği ve inşaat firmalarına satıldığı anlaşılıyor. Bu gelişmelerden ders alınacağı ve hiç olmazsa bundan sonrası için ithalatı arttırıcı yaklaşımlar konusunda daha dikkatli olunacağı beklenirken, Temmuz ayının başında, % 25 oranında İlave Gümrük Vergisi uygulanmakta olan alaşımsız tellerde, sözkonusu ürünlerin toplam ithalatının % 60 oranındaki kısmına tekabül eden bölümün vergilerinin %5’e indirilmesi ve alaşımlı çubuklarda da bazı GTİP’ler için vergi muafiyeti getirilmesi, yurtiçi üretimi göz ardı eden ve ithalatı cazip hale getiren bir uygulama olarak görülüyor. Yayımlanan sözkonusu tebliğ ile, önümüzdeki dönemde muafiyet sağlanan ürünlerde, ithalatın hızlı bir şekilde artması bekleniyor. Anılan tebliğin, yurtiçi kapasitelerin daha düşük oranda kullanılması ve yeni kapasitelerin oluşmasının engellenmesi yönünde tesir icra edeceği ve sektörü olumsuz yönde etkileyeceği değerlendiriliyor.
Bu arada, Ekonomi Bakanlığı tarafından yıl sonu itibariyle, 5 yeni ülke ile Serbest Ticaret Anlaşmasının yürürlüğe gireceğinin ve bu ülkeler içinde, en çok çelik ürünleri ithalatı yaptığımız Ukrayna’nın da yer aldığının açıklanması, endişeleri arttırmış bulunuyor. Ürettiği çeliğin yalnızca % 15 oranındaki kısmını tüketen Ukrayna’nın, ihracata tahsis ettiği % 85’lik dilimin önemli bir kısmını Türkiye’ye yönlendirmesi ihtimali, çelik sektörümüz açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Orta gelir tuzağını aşamadığı, istihdam konusunda ciddi sorunlar yaşadığı, sadece Mayıs ayında 2.2 milyar dolar dış ticaret açığı verdiği, toplam ithalatın % 50 civarındaki kısmının Dahilde İşleme Rejimi kapsamında yapıldığı bir ortamda, ithalatı daha fazla teşvik edecek adımların atılmasının arkasındaki gerekçeler anlaşılamıyor.
Tüm dünyada, son yıllarda çelik ithalatına karşı son derece sert tedbirler alınıyor. Dünyanın en büyük ekonomisi olan ve çelikte dünyanın en büyük 4. üreticisi konumunda bulunan ABD, ulusal güvenliği gerekçe göstererek, tüm çelik ithalatını sınırlandırmaya yönelik yoğun bir gayret gösteriyor. Hâl böyle iken, Ülkemizde hangi amaca dayalı olduğu anlaşılmayan bir yaklaşımla, zaten yurtiçi çelik tüketiminde %50 civarında paya sahip olan ithal çelik ürünlerinin, daha fazla ithal edilmesine imkân sağlayacak adımların atılması yadırganıyor.
Ekonomiden sorumlu kurumlarımızın, katma değerin Ülkemiz içerisinde kalmasını sağlayacak şekilde, sanayi kuruluşlarımızın kullandıkları girdiyi öncelikle yurtiçinden tedarik edecekleri bir yapının oluşturulmasını mümkün kılacak tedbirleri uygulamaya aktarması, Türk ekonomisinin daha yüksek oranlarda büyümesinin sağlanması ve orta gelir tuzağının aşılması bakımından hayati önem taşıyor.