Prime Dergisi Röportajı Tarih: 24 November 2016
Türkiye uzun yıllar boyunca, yassı ürünlerdeki kapasite ve üretim yetersizliğinden yakındı. Kapasitelerin ihtiyacı karşılayabilecek düzeylere çıkartılması konusu sürekli bir şekilde gündemi işgal etti. Türk çelik sektörünün, son yıllarda üstün bir gayret ve başarı göstererek, 2005 yılında 3 milyon ton seviyesinde bulunan yassı çelik üretim kapasitesini, 8 milyar dolar civarında yatırımla, 2014 yılı itibariyle 17 milyon tona yükselttiği biliniyor. Sözkonusu kapasitenin, 2015 yılında 18 milyon tonu aşacağını tahmin ediyoruz. Türk çelik sektörünün yassı çelik üretim kapasitesindeki bu artışı, devletten hiçbir yardımın alınamadığı 2000’li yıllarda gerçekleştirdiğini ve yatırımların tamamen üreticilerin kendi imkânları ile finanse edildiğini unutmamak gerekiyor. Bu yatırımlarla, sektörün yassı çelik üretim kapasitesi Ülkemizin ihtiyacının da üzerine çıkmış bulunuyor.
Kapasite artışının devletten hiçbir yardım alınmadan yapıldığını söylediniz. Ancak son zamanlarda çelik sektörünün her şeyi devletten beklediği yönünde değerlendirmeler yapılıyor? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu konuda, geçen sayınızda yayımlanan bir köşe yazısında “Herşeyi Devletten Beklemek” adı altında Türk çelik sektörüne yönelik eleştirileri getiren kişi ve temsil ettiği kurumun yorumlarını ve ileri sürdüğü iddiaları, Türk çelik sektörünün 2001 yılından bu yana devletten herhangi bir yardım almadığını, diğer bütün sektörler devlet yardımlarından sonuna kadar yararlanırken, çelik sektörümüzün yatırımlarını tamamen kendi kaynakları ile gerçekleştirdiğini çok iyi biliyor olmaları sebebiyle yadırgadık. Eğer burada her şeyi devletten beklemekten kasıt mevcut gümrük vergileri ise, bu enstrüman yalnızca Türkiye tarafından kullanılan bir enstrüman değil. Dünyanın heryerinde bu tür vergiler aktif bir şeklide kullanılıyor. Bu uygulamalar, Dünya Ticaret Örgütü kuralları çerçevesinde, uluslar arası mevzuata uygun olarak gerçekleştiriliyor. Buna AB’yi örnek göstermek, içerisinde bulunduğumuz şartlarla bağdaşmıyor. Bu tür yaklaşımlar, AB’nin mevcut kapasitelerini ağırlıklı bir şekilde devlet yardımları ile oluşturduğunu ve mevcut durum itibariyle, kendi çelik sektörünü korumaya yönelik olarak, Çelik Eylem Planı’nı yürürlüğe koyduğunu göz ardı ediyor. Burada eğer her şeyi devletten beklemekten bahsedilecekse, dünyadaki örneklerin çok altında kalan vergilerin tümüyle kaldırılmasını talep etmenin de, her şeyi devletten beklemek anlamına geldiğini göz ardı etmemek gerekiyor. Esasen birkaç yıl önce, % 15 seviyelerinde bulunan vergiler, daha sonra bugün uygulanmakta olan % 5 seviyelerine kadar düşürülmüştü. Bu bakımdan, hiçbir devlet yardımından yararlanmayan ve kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi veren çelik sektörümüz, AB’nin de örnek gösterdiği bir sektör konumunda bulunuyor. ,
Kapasitedeki artışlara rağmen, ithalat neden halen devam ediyor?
Kapasitedeki hızlı artışa rağmen, alışkanlıkların bırakılamaması, mevzuattaki açıklardan yararlanılarak vergi muafiyeti sağlayacak sapmalara başvurulması, kalitesiz ve dampingli ürün ithalatının yaygınlaşması sebebiyle yüksek miktarlardaki ithalat devam ediyor ve yassı çelik sektörümüz kapasitesini etkin bir şekilde kullanamıyor. Yurtiçi çelik ihtiyacının önemli bir kısmı ithal kaynaklardan karşılanıyor. Halen % 90’ın üzerinde ithal girdi ile çalışan büyük ölçekli çelik kullanıcısı sanayi kuruluşlarının var olduğunu biliyoruz. 2014 yılında çelik sektörü 17 milyon tonluk üretim kapasitesine rağmen, 9.4 milyon ton civarında üretim gerçekleştirebilmiş bulunuyor.
2014 yılında yassı çelik sektöründe kapasite kullanım oranı % 55 seviyesinde gerçekleşirken, yaklaşık 7.7 milyon tonluk kapasitenin değerlendirilemediği, buna karşılık toplam 5.5 milyar dolar değerinde, 6.7 milyon ton yassı çelik ürünü ithalatının yapıldığını görüyoruz. Sektörün, milyarlarca dolar yatırımla kurmuş olduğu kapasitelerin atıl kalması pahasına, ithalatın artan oranlarda devam etmesinde, dampingli fiyatlar yanında, Dahilde İşleme Rejimi gibi ithal girdi kullanımını avantajlı hale getiren uygulamalar ve bazı ülkelerden kalitesiz, sertifikasız ve düşük fiyatlı ürün ithalatının kolaylıkla yapılabiliyor olmasının olumsuz etkisini özellikle vurgulamak istiyorum.
Çelik sektörünün 28 Ocak tarihinde 7 ülkeden gerçekleştirilen bazı sıcak haddelenmiş çelik ürünlerini ithalatına karşı yaptığı şikayet üzerine açılan damping soruşturması, bazı çelik kullanan sektörlerde ciddi bir rahatsızlığa yol açtı? Böyle bir soruşturmaya neden ihtiyaç duyuldu?
Türk çelik sektörü, son yıllarda, ABD, Kanada, Avustralya, Fas, Dominik Cumhuriyeti, Mısır, Tayland, Ürdün gibi ülkeler tarafından açılan yoğun soruşturmalara ve hızla bozulan göstergelere rağmen, uzun süre ithalata karşı soruşturma girişiminde bulunmama gayreti içerisinde oldu. Ancak gelinen noktada, gerek kalite yönünden ve gerekse fiyatlar yönünden ortaya çıkan haksız rekabet, bu konuya daha fazla kayıtsız kalınmasını imkânsız hale getirdi.
İthal ürünlerin fiyat ve kalite açısından yol açtığı haksız rekabet nedeniyle üretimi baskı altında bulunan çelik sektörümüz dampingli olduğunu iddia ettiği ürünlere ilişkin şikâyet doyası hazırladı. Bunun sonucunda, yeterli gerekçeler bulunduğundan, Ekonomi Bakanlığımızca 28 Ocak 2015 tarihinde 7 ülkeden yapılan bazı yassı sıcak mamullerin ithalatına karşı soruşturma başlatıldı. Soruşturma neticesinde, Türkiye’ye yönelik satışlarının dampingli olmadığı sonucuna ulaşılan ülkelerin ihracatına herhangi bir ilave vergi getirilmesi sözkonusu olmayacaktır. Bu konuda endişe edilecek bir durum bulunmamaktadır. Ayrıca, soruşturma neticesinde soruşturma kapsamındaki 7 ülkeden yapılan ithalata damping vergisi getirilmesi durumunda dahi, bu ülkeler dışındaki AB ülkelerinden, Ülkemiz ile arasında Serbest Ticaret Anlaşması bulunan ülkelerden ve DİR kapsamında tüm ülkelerden, gümrüksüz bir şekilde soruşturma kapsamındaki ürünlerin ithalatına devam edilebilecektir. Soruşturma ile, Türkiye’nin sıcak sac ithalatının değil, dampingli sıcak sac ithalatının engellenmesi hedeflenmiştir. Bu çerçevede, düşük fiyatlı ve düşük kaliteli ithal ürünlerin yarattığı haksız rekabetin önlenmesi bakımından, bu soruşturma son derece yerinde ve doğru bir karardır. Kanada, AB ve ABD gibi ülkelerin 100.000 ton seviyelerindeki, hatta yakın bir geçmişte Avustralya’nın 15.000 ton gibi son derece küçük miktardaki ithalat tonajlarına karşı hiç düşünmeden soruşturma açabildiği bir ortamda, 3 milyon tona yaklaşan sözkonusu ithalatın çelik sektörümüzde yarattığı tahribatın göz ardı edilmesinin istenmesini anlamakta güçlük çekiyoruz. Türkiye’deki üretim kapasitelerinin önemli bir kısmı atıl durumda kalırken, çelik ithalatı hızla artmaya devam ediyor. Son birkaç yıl içerisinde, Türkiye’nin, dünyanın en büyük 11. çelik ithalatçısı konumundan, 7. en büyük ithalatçısı konumuna yükselmesi, bu durumu açıkça ortaya koyuyor.
Peki damping soruşturması yurtiçi katma değerin arttırılmasını sağlar mı?
Damping soruşturmasının, en azından haksız rekabetin önlenmesi konusunda sonuç üretmesini bekliyoruz. Çünkü soruşturma kapsamındaki ülkelerin iç piyasalarına ve diğer ülkelere uyguladıkları fiyat seviyeleri ile Türkiye piyasasına uyguladıkları ihraç satış fiyat seviyeleri arasında ciddi farklılıkların olduğunu ve bazı ülkelerde yoğun devlet yardımlarının bulunduğunu görüyoruz.
Esasen bu tür soruşturmalar, çelik sektörümüz tarafından geliştirilmiş çözümler değildir. Bu tür tedbirlere, ABD, Kanada ve AB gibi gelişmiş ekonomiler sıkça başvuruyor. Türk çelik sektörü bu tür enstrümanlara en az müracaat eden sektörler arasında yer alıyor.
Bu konuyu AB Komisyonu ile yapmış olduğumuz toplantıda da gündeme getirdik. Bazı Avrupalı üreticilerin, AB ülkelerine yaptıklarından çok daha düşük fiyatlardan Türkiye’ye satış yaptıklarını, kendi verileri ile ortaya koyduk. Bu durumun sürdürülmesini talep etmenin makul ve mantıklı hiçbir yanı yok. Çelik ürünlerini kullanan tüketicilerimizin, burada tutarlı olmayan bir tavır alış içerisinde bulunmaları bizi üzüyor.
Neden tutarlı olmayan dediniz, burada tutarlı olmayan nedir? Bunu biraz açarmısınız?
Tutarlı olmayan diyorum. Çünkü benzeri durumlarla bu sektörlerimiz de karşı karşıya kalıyor. ABD’de boru sektörüne karşı açılan soruşturmalarda damping marjına karar verilirken kullanılan argümanlar herkesin malumu. Bu soruşturmalarla karşı karşıya kalmalarına rağmen, Türk çelik sektörünün son derece haklı gerekçelerle damping soruşturması açılması yönündeki girişimlerine karşı çıkılmasını anlamak bizim açımızdan mümkün değil.
2014 yılında, 14.1 milyon ton ihracata karşılık, 13 milyon ton çelik ürünü ithalatının yapılmış olması ve sözkonusu ithalatın da önemli bir kısmının, kalitesiz ve sertifikasız ürünler yanında, dampingli ürünlerden oluşması sektörümüzde ciddi rahatsızlığa ve tahribata yol açmış bulunuyor. Türkiye’nin çelik boru ithalatının ise, yalnızca 430.000 ton seviyesinde bulunduğunu, sözkonusu miktarın da, ağırlıklı bir şekilde Türkiye’de üretilmeyen boruların ithalatından oluştuğunu unutmamak gerekiyor. 2014 yılında, boru üreticilerimizin bazı projelerde küçük sayılabilecek bir miktarda ductil boru kullanılmasına son derece keskin tepki gösterdiklerini hatırlıyorum. O konuda, biz de kendilerine destek vermiş ve Türkiye’de üretilmesi mümkün olan ürünlerin, ithal edilmesini doğru bulmadığımızı açıklamıştık. Burada belirli ilkelere göre değil, çıkarlara göre sürekli değişen pozisyonlar geliştirilmesini yadırgıyoruz. Yurtiçi katma değeri önemsiyor iseniz, bunu sadece boru, sadece galvanizli sac, sadece soğuk sac gibi ürettiğiniz ürünlerle sınırlı tutarak istemeniz, inandırıcı olmuyor. O zaman konu subjektif çıkarlara dayalı kör dövüşüne dönüyor. Bu yaklaşımı uygun bulmuyoruz ve yadırgıyoruz.
Bunu zaman zaman kamuda gerçekleştirilen toplantılarda da gördük. Bazı kuruluşlar, kendi ürünleri dışındaki ürünlerin vergilerinin düşürülmesini, sıra kendi ürünlerine geldiğinde ise, vergilerin muhafaza edilmesini ve hatta yükseltilmesini istiyorlar. Dolayısıyla burada belirli bir prensip çerçevesinde meseleye yaklaşılmadığı intibaını veren tutumları tutarlı olarak değerlendirmeyi mümkün görmüyoruz. Objektif kriterlere dayalı bir yaklaşım içerisinde olunması gerektiğini düşünüyoruz. Geçici olarak yararlanılsa bile, Türkiye’ye dampingli ürünlerin girmesini hoşgörüyle karşılamanın bir bütün olarak Türk sanayini tahrip edeceğini düşünüyoruz.
Boru sektörünün öne sürdüğü argümanlar hakkında neler söylemek istersiniz?
Başta çelik boru sektörü olmak üzere, yassı çelik kullanıcısı sektörlerin soruşturmanın açılmasına gösterdiği tepkiyi yadırgıyoruz. Dış piyasalarda sıklıkla soruşturma ile karşı karşıya kalan sektörlerin daha anlayışlı bir tavır içerisinde olmaları beklenirken, soruşturmayı etkilemek için, öncelikle dahilde işleme rejimi kapsamında gerçekleştirilecek ithalat nedeniyle, yurtdışına yapılacak olan ihraç satışlarda fiyatların daha düşük seviyelerde kalacağı, yurtiçindeki fiyatların ise, vergiler nedeniyle şişeceği ve bu durumun Türkiye’nin ihraç ettiği çelik ürünlerinin, dış piyasalarda damping soruşturmaları ile karşı karşıya kalmasına neden olacağı iddiaları ortaya atıldı. Daha sonra TANAP projesi gerekçe gösterildi, başlatılan soruşturmanın boru üreticilerinin TANAP projesi kapsamında yurtdışından sac tedariğini olumsuz yönde etkileyeceği öne sürüldü. Son olarak da, esasen yassı çelik ithalatında gümrük vergilerinin bulunduğu, bunun üzerine bir de soruşturma açılmasının haksız olduğu ifade edildi.
Bunların hiçbirisi geçerli argümanlar değil. Türk çelik sektörünün yurtiçine yüksek fiyatlarla girdi temin etmesi, yurtdışına ise, düşük fiyatlarla ihracat yapması sözkonusu dahi olamaz. Yurtiçindeki boru üreticilerini zora sokacak böyle bir durum, aynı zamanda çelik üreticilerini de zora sokacak, çelik üreticilerinin de yurtdışında soruşturmalarla karşı karşıya kalmasına neden olacaktır. Sözkonusu soruşturmanın sektörün TANAP kapsamındaki sac ithalatını engellemesi gibi bir durum da sözkonusu değildir. Soruşturma kapsamındaki sıcak sac türleri ile TANAP çerçevesinde üretilecek borularda kullanılacak sacların GTİP’leri, ebat ve kimyasal özellikleri farklıdır ve bu açıdan birbirleri ile ilişkilendirilebilecek ürünler değildir. Diğer taraftan, birçok ülkede hem gümrük vergileri hem de anti-damping vergileri birlikte ve aynı anda kullanılıyor. Esasen, ticaret politikası önlemleri her zaman var olan gümrük vergilerinin üzerine uygulanan bir enstrüman mahiyeti taşıyor. Dolayısıyla bu argümanlar, masa başında hazırlanan, sadece damping soruşturmasına karşı olmaktan kaynaklanan, gerçek bir zemini bulunmayan ve karşı argümanlarla bunların geçersiz olduğu belirtildiğinde, hemen bir başkası ile ikame edilmeye çalışılan subjektif nitelikteki argümanlardır. Ortaya konulan argümanların ortak özelliği, açılmış bulunan soruşturmanın etkisiz hale getirilmesini hedeflemesidir. Burada sözkonusu sektörlerin yurtiçi çelik sektörü ile uyum sağlamak yerine, alışkanlıklarını değiştirmeyerek, ithal ürünlere dayalı üretim yapılarını sürdürme eğilimi içerisinde olduklarını görüyoruz. Dünyanın pek çok ülkesinde, bu tür korunma tedbirleri zaman zaman son derece haksız gerekçelere dayandırılarak sürdürülüyor. Çelik boru sektörümüzün ABD ve Kanada’da karşı karşıya kaldığı durum bunun en güzel örneklerinden birisidir. Bu nedenle, Türk sanayiinde bir bütün olarak, gerek haksız rekabete dayalı ithalat karşısında, gerekse uluslararası piyasada damping soruşturmalarına karşı ortak hareket edilmesini mümkün kılacak bir kültürün oluşturulması, Türkiye’nin büyümesi ve ekonomimizin istihdam kapasitesinin arttırılması açısından büyük önem taşıyor.
Türkiye’de üretim yapılmasını hafife alan, yok sayan ve bunun yerine ithalatı öneren hiçbir yaklaşımı ekonomik açıdan ciddiye almak mümkün değildir. Bu açıdan, yassı çelik sektörünün cari açığı olumsuz yönde etkilediği, 2.5 milyar dolar tutarındaki girdi ithalatına karşılık, yalnızca 1.1 milyon ton ihracat yaptığı şeklinde, sektörün iç piyasaya verdiği ürünleri göz ardı eden argümanlar da anlaşılamıyor. Yassı çelik sektörünün, iddia edilen girdilerle ürettiği ürünlerin 1.9 milyar dolar civarındaki kısmını ihraç ederken, 6 milyar doların üzerindeki kısmını da iç piyasanın kullanımına sunarak ithal ikamesi sağladığı hususunun göz ardı edilmesi, eksik bir değerlendirmedir ve ekonomik bakımdan geçerli bir yorum değildir.
Soruşturmanın, sektörün toplam ithalatının % 88’ini oluşturduğu belirtilerek, tüm ithalatın kısıtlanması ve yassı çelik kullanıcılarının yerli üreticilere mahkum olmalarının hedeflendiği şeklinde iddialar da gündeme geliyor? Bu konuda neler söylemek istersiniz? Sizce boru sektörünün endişe etmesini gerektiren bir durum yok mu?
Dampingli ithalata her zaman karşı olduklarını ifade eden çelik boru üreticilerimizin, mevcut koşullarda endişe edecekleri herhangi bir durumlarının olmaması gerekiyor. Anti-damping vergileri, ithalatta haksız rekabeti önlemek üzere uygulanan, ithalatı sınırlayıcı değil, fiyatı düzenleyici vergilerdir. Öncelikle, soruşturma tüm yassı çelik ürünlerine karşı değil, bazı GTİP’lerdeki ürünlere karşı açılmış bulunuyor. Bu soruşturmanın tüm yassı çelik ürünlerini hedeflemediğinin ve gerek Türkiye’deki gerekse yurtdışındaki çok sayıdaki üreticiden serbest rekabet kuralları çerçevesinde tedariği engellemediğinin altını birkez daha çizmek gerekiyor.
Soruşturma neticesinde, sözkonusu 7 ülkedeki ihracatçılardan damping marjına hükmedilmeyenlerle, ticaret eskiden olduğu gibi aynı şekilde devam edecektir. Diğer taraftan, ilgili ürünlerde ithalatın % 88’ine karşı soruşturma açıldığı yönündeki iddialara bakacak olursak, sözkonusu ithalatın yarısının Dahilde İşleme Rejimi kapsamında vergisiz yapıldığı dikkate alındığında, bu oranın önemli ölçüde gerilediğini vurgulamamız gerekiyor. Başka bir deyişle, soruşturma neticesinde, ilgili ülkelerden yapılan soruşturma konusu ürünlerin ithalatına damping vergisi getirilse dahi, haksız rekabetle ithal edildiği tespit edilen ürünlerin bile anti-damping vergisi ödenmeden Dahilde İşleme Rejimi kapsamında gümrüksüz bir şekilde ithalatına devam edilebiliyor.
Kalitesiz ve dampingli ithalat yapmayan kullanıcı sektörlerin, ithalat ile ilgili herhangi bir problem yaşamayacağını düşünüyoruz. Soruşturma neticesinde damping kararı alınsa bile, Dahilde İşleme Rejimi yanında, soruşturma ülkeleri dışında kalan, AB ve diğer STA ülkelerinden gümrüksüz ithalatın aynı şekilde devam edebiliyor olması sebebiyle, bu ürünlerin tedarik edilebileceği oldukça büyük bir pazarın varlığını koruduğunu belirtmek gerekiyor. Bu yönüyle abartılı beyanları anlamakta güçlük çekiyoruz.
Sözkonusu ürünleri kullanan sektörlerin ihracatlarında gerileme ihtimali ne derece doğru?
Böyle bir ihtimalin, masabaşı değerlendirmelere dayalı, teorik yönü ağır basan bir ihtimal olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca burada konuya empati ile yaklaşılmadığını görüyoruz. Türk çelik sektörünün ihracatı, 2013 yılında % 6.4 ve 2014 yılında % 5 oranında gerilemiş, son iki yılda kümülatif gerileme ise, % 11’i aşmış bulunuyor. Başka bir ifade ile, çelik sektörünün ihracatının, 2012-2014 döneminde 2.2 milyon ton azalmış olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 2015 yılının ilk çeyreğindeki kaybın ise, önceki kayıplara ilave olarak % 20 seviyesinde seyretmesi, düşüşün derinleşme eğilimi gösterdiğine işaret ediyor. Kendi ihracatındaki kayıpları keskin bir şekilde gündeme getiren sektörlerin, paydaşlarının ihracatında gerçekleşmiş olan kayıpları görmezden gelmelerini, çifte standartlı bir yaklaşım olarak görüyoruz.
Türk çelik sektörünün ürettiği ürünleri kullanan kuruluşlarımızın yaptıkları yatırımların idamesi önemsenirken, Türk çelik sektörünün son yıllarda, ilave kapasite yaratmak amacıyla büyük fedakârlıklarla, devletten hiçbir yardım almadan gerçekleştirmiş olduğu, çok daha büyük ölçekteki 8 milyar dolar civarındaki yassı çelik üretimine yönelik yatırımların, Türk sanayiinin ayakta kalması yönündeki çabaların bir parçası olduğu hususunun göz ardı edildiğini görüyoruz. Burada hasmane bir tavır içerisinde olmak yerine, paydaş anlayışı ile işbirliği içerisinde olma alternatifinin ilgili tüm tarafların lehine bir yaklaşım olacağını değerlendiriyoruz. Geçmişte Türkiye’de yeterli yassı çelik üretim kapasitesinin bulunmamasından şikayetçi olan kuruluşlarımızın, bugün geldiğimiz noktada ihtiyacın üzerine ulaşan kapasiteye rağmen, ithalatı kolaylaştırmaya ve daha da arttırmaya yönelik ısrarlı yaklaşımlarını anlamakta güçlük çektiğimizi, marifetin iltifata tabi olduğunun unutulmaması gerektiğini ve dolayısıyla mevcut kapasitenin en iyi şekilde değerlendirilmesinin, orta ve uzun vadede yalnızca Türk çelik sektörü açısından değil, çelik tüketicisi kuruluşlar ve Türk ekonomisi açısından da büyük önem taşıdığını bu vesile ile vurgulamak istiyoruz.
Mevcut durumda, dünya çelik sektöründe korumacılık eğilimi ne şekilde gelişiyor? Bu yaklaşımlar dünya çelik sektörünün geleceği üzerinde etkili olacak mı?
Biz öteden beri korumacı yaklaşımlara karşı çıktık. Ancak her defasında, bunun serbest ve adil ticaretin bir parçası olduğu söylendi. Makul karşılamadığımız argümanlarla ihracat yaptığımız pek çok ülke tarafından, ihracatımıza karşı tedbirler uygulandı. Önümüzdeki dönemde de bu uygulamalara sıkça başvurulması bekleniyor. Bu çerçevede, yurtiçi piyasada ortaya çıkan haksız rekabete karşı sektörümüzün korunması gerektiğine inanıyoruz.
Damping süreci oldukça uzun ve kullanılması zor bir süreçtir. Bu nedenle, DTÖ kuralları çerçevesinde, sağlanan gümrük vergisi imkânlarının uygulamaya aktarılması, diğer pek çok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de makul karşılanmalıdır. Bu vesile ile, gümrük vergilerinin mevcut seviyesinin de, global konjonktürü tam anlamıyla kavramadığını ve daha yüksek olması gerektiğini vurgulamakta fayda görüyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda gümrük vergilerinin çok daha yüksek olduğu dönemlerde gümrük vergisi yerine damping vergisi uygulanması yönündeki taleplerin, bugün damping vergisi uygulamanın da haksız olduğu şeklinde değiştirilmiş olmasını haksız buluyoruz. Geçmişte çok daha yüksek seviyelerde bulunan gümrük vergilerinin, her şeyi devletten bekleyen sektörlerin talepleri üzerine düşürüldüğünün de unutulmaması gerektiği kanaatindeyiz.
Son olarak, söylemek istedikeriniz nelerdir?
Kısaca belirtmek gerekirse, tüm dünyada, gümrük vergileri, hükümet politikaları çerçevesinde, DTÖ ilkeleri uyarınca sıklıkla kullanılıyor. Sadece belirli GTİP’lerindeki sıcak sac ürünlerinde 7 ülkeden yapılan ithalata karşı başlatılan soruşturma neticesinde, ithalatın sınırlanması değil, dampingli olduğu iddia edilen ürünlerin ithalatının yarattığı haksız rekabetin engellenmesi hedefleniyor. Amaç ithalatın sınırlandırılması olsaydı, soruşturmanın türü çok daha farklı olurdu. Bu soruşturma ile, dampingli olmayan ithalatın engellenmesinin hedeflenmediğini, adil bir şekilde ticareti yapılan ürünlere karşı herhangi bir önlem alınmayacağını vurgulamak istiyoruz. Soruşturma neticesinde, sözkonusu 7 ülkeden ilgili GTİP’ten yapılan ürün ithalatına anti-damping vergisi getirilse dahi, diğer AB ve STA ülkelerinden, gümrüksüz ithalatın devam edeceğini ve soruşturma kapsamındaki ülkeler de dahil olmak üzere, DİR kapsamında gümrüksüz ithalatın devam edebileceğini hatırlatmak istiyoruz. Ayrıca, dampingli ürün ithalatının Türk çelik sektöründe ciddi tahribata yol açtığı ve pek çok ülke tarafından damping marjına karar verilirken, bırakın tahribatı, zarar tehdidinin bulunmasının bile yeterli görüldüğünün unutulmaması gerekiyor. Diğer taraftan, zarar ve zarar tehdidine ilişkin iddialar değerlendirilirken, firmaların genel kârlılıkları yerine, soruşturma konusu ürünlerin kârlılık oranlarını analiz etmek gerekiyor. Tüm bu hususlar göz önüne alındığında, sıcak sac ürünlerini kullanan üreticilerinin endişelerini abartılı bulduğumuzu, Türk çelik sektörünün ihtiyacı karşılayabilecek kapasite ve kabiliyette olduğunu, paydaşlık anlayışı içerisinde sektörler arasında yakın işbirliğini arzuladığımızı vurgulamak istiyoruz.
Prime Dergisi – Nisan 2015 Sayısı